25 Aralık 2012 Salı

UZUN CIVILTILAR 5




Şiddetin fotoğrafını yayınlayan o gazeteye bakanların vicdanlarının yaralanması ve psikolojilerinin bozulması belki de yararlı olmuştur. Bazı şeyler 'kör kör parmağım gözüne' olmadan insanların kafalarına girmiyor. Zaten bilinen gerçek deyip işin içinden çıkamayız. Üstelik bakmasını bildikten sonra, o gazetedeki fotoğrafı vahşetten ayırır,  benzer olanları da her yerde görebiliriz. 12 Eylül referandumundan sonra yüksek yargıda çalışan kadın sayısı yüzde kırkbeş'den, yüzde üç'e düştüğüne göre erkek egemen toplumda ve erkeklerin yüzdeyüz ağır bastığı bir parlamento'da yine erkeklerin çıkardığı yasalarla kadınlarımızı koruyacağımızı sanmak da biraz safdillik olur.

Kıskanmak ve kıskanılmak güzel bir duygudur. Her zaman için (daha çok) kıskanan değil de kıskanılan biri olmak daha güven verir. Kıskançlık sendromundan söz edilebilmesi için bunun aşırı dozda olması gerekir. Bu gibi durumlarda, erkek ve kadının tepkileri farklılık gösterebiliyor. Erkek, doğrudan kadına yönelik saldırganlık ve şiddet eyleminde bulunduğu halde, kadın erkeğin çevresine karşı saldırganlık ve kötücül davranışlarda bulunup, onun çevresini kendince temizleme yoluna giderek dışavurmaktadır bu tepkisini...

İnsan çok boyutludur. Her birini üzerinde taşıyabilir. Bunlardan biri de "düz insan" olma boyutudur. Önemli olan bunun ne kadarının toplum ve insanlık yararına kullanıldığıdır. Bir insanı sadece bir özelliği ile değerlendirmek isabetli de olmaz hakkaniyetli de...Düz insanların önyargılarına bakarak kendinizi şekillendirmekten kaçının. Onlara bu sıfat takıldıysa, değerlendirmelerinin hiç bir geçerliliği yoktur. Onlar ne derse desin siz siz olmaya devam edin.

Hiçbir şey önceden belli değildir. Kuram, gerçekleşenler üzerinden istatistiki metodlarla belirlenmiş olup, meydana gelen olaylarla doğrudan bir ilişki kurmak metafizk bir yaklaşım olur. Kendini ferah tut, kozandan çıkıp gönül rahatlığı ile kanat çırpıp uçabilirsin. Hep larva olarak kalamazsın ya. Bence, kelebek etkisinden anlayacağımız, dünyanın biryerlerinde insanları harekete geçiren olayların, başka bir yerde de tepki bulması ve katılımıdır. '68 gençliği hareketi gibi. Fransa'da başlayıp, dünyanın başka yörelerinde ve Türkiye'de de etkileşim bulan hareketti. Ben bunu anlıyorum. Mistik olarak yorumlamaya kalkarsak bu insanı içinden çıkılmaz ve hareket edemez hale getirir. Etrafımızda olan bitenden sorumlu olduğumuz sonucunu çıkarmamıza neden olur ki, bu da insanı başka boyutlara taşır, kendinden uzaklaştırır.

Blog takipçilerini tanıştırma gibi bir teklif, sevdiğin kişileri blogda tanıştırıp kaynaştırma eyleminin gerçek hayata taşınmış şekli olarak algılanabilir..

Şefkat duygusunun, daha çok, suçluluk duygusu duyulduğu anlarda yüzeye çıktığına inanır mısınız?

Sinemadan çıktığımızda, biraz önce izlediğimiz filmde hangimizin gözünden daha büyük gözyaşı damlası düştüyse, yağmurda onun başına düşer büyük damlalar. Şemsiyeni açmazsan, birlikte damla olup yağmurla bütünleşiriz.

Beni dünyaya bağlayan şey, o'nu merkez alarak ve o'nun etrafında döndüğüm, çekim alanından çıkamadığım o müthiş kadın.

Sesler, yüzlerden daha önemlidir tanımak için. Sesini duymam gerek.

Aşık olan kişide meydana gelen tüm fiziksel ve ruhsal değişikliklere kesinlikle katılıyorum. Kim daha enerjik ve daha zeki ve özgüvenli, daha sağlıklı olmak istemez? Bu soruya verilecek yanıt  'tümden olumlu' ise, buyrun aşık olmaya...

Kimlik ve cinsiyet değiştirerek, karşı pencereden bakışa güzel bir örnek olabilen ve kendi bakışını ötekinin bedeni üzerine çeviren yazı güzel yazıdır.

İster kadın, ister erkek olsun, kişi terk edilme anında iki duygu algılar. Bunlardan biri düş, diğeri de gerçeklik algısıdır. Bu iki algı kişinin "acı" duygusunu besleyerek yaşadıklarını onarmaya çalışır. Gözün rimelli olup olmaması bu yaşam dizgesi için pek önemli değildir. Elindeki rakı kadehi ise, bu yas sürecini geçirirken çekeceğin acının dayanılır olmasını sağlayacaktır.

Küçük şeylerden mutlu olmayı başaranlar, hayatı kendileri için kolaylaştıran insanlardır. Mutlu anlar yaşamanın besin kaynağı budur.

Kadına ait beden üzerinde sadece kadının söz hakkı olmalıdır. Modern bir devlette, kadın için kürtaj; kadının, doğacak çocuğun ve toplumun sağlığı için bir hak olarak yasalarla güvence altına alınması gerekirken, yasaklanmasına anlam verememekteyim. Erkek ağırlıklı parlamento üyelerinden çıkan böyle parlak fikirlere daha fazla şaşıramam demekle haksızlık etmişsin. Kadından sorumlu "kadın bakanımız" için daha fazla şaşırmalıyız. Şunu da eklemeden edemeyeceğim: Modern toplumlarda bu konunun bu yönüyle konuşulması bile abestir.
Dört haftalık bir sınır koymak, her hamileliğin doğumla sonuçlandırılması demektir.
Kadın isterse ıkınarak doğurur, isterse karnını kestirerek doğurur. Ikınarak doğum yapmasında sakınca yoksa, normal doğumun her zaman daha sağlıklı olduğu dünya tıp uzmanları tarafından da kabul edilmektedir. Yasaklama yerine, yoksa bir sakıncası normal doğumu özendirmek için çalışmalar yapılabilir. Bunun da bilinçli ve bu işin uzmanı kişilerce planlanması gerekmektedir.

Dinlenmek için en güzeli önünde deniz, altında kum, üzerinde güneş. O yatağı da at bence. Müzik, doğrudan da gelmesin kulağına, çevreden de...Rüzğârı karşına al, esintiyle çıplak vücuduna bulanan kum taneleri gerçeklere uyandırsın seni ve huzurlu bir şekilde bize göndersin çabucak.

Hayat sürekli bir yanılma öğrenme durumudur. Kendi içinde çözümü yoktur. Yollardan birinin seçimi arzuların ve ona karşı olan içimizdeki güçlerin çekişmesidir. Bunlar yaşıyor olduğumuzun kanıtlarıdır. Hiç bir şey duymamak daha mı iyidir? Hayat, iyi olan ile şeytansı olan arasında var olan gerilimdir. İnsanlar iyi olandan da şeytansı olandan da paylarını almışlarıdır. Bütün bunlara rağmen kendimizi değişemez olarak nitelememiz gerçekçi değildir. Yanılma ve öğrenme sonucunda elde ettiğimiz deneyimler, bizlerin hayatı daha başka şekilde karşılamamıza neden olacaktır. Gün gelecek; seni hiç şaşırtmayan o an geldiğinde, değişmenin de sonu gelmiş ve sen herkesi anlıyor ve kendini de tanıyor olacaksın.

20 Aralık 2012 Perşembe

UZUN CIVILTILAR 4

Image10_ar_large

Geçmişe gidip kaldığın yerde kendini buluyorsan eğer, yaşadığın yıllar sana kâr kalmıştır. Her bir kimsenin söylemek ya da yapmak istediği şeyi gerçekleştirmişsin demektir. O da şudur: "O yılın yaşı ve şimdiki akılsallıkla geçmişi yeniden yaşamak".

Siz tarihi, turistik ve sosyo-kültürel geziler yaparken, o; beşyıldızlı otellerde, herşey dahil tatil yapar ve seni; ören yerlerinde durup tarihi kalıntıları gezdiğinde, "ne anlıyor eski taşlara bakmaktan" diyerek kendince küçümserken, zaman geçtikçe üzerine yine sizden birazcık kültür bulaşıp da gezip tanımaya başlayınca bu kez bugün size tepeden bakmaya başlayanları da, o tür insana eklemeyi bir borç bilirim.

Bölgemizdeki savaş durumu gündemden kaçmak isteyenleri bile yakalıyorsa, durumun vehameti ortadadır. Her yerden akıyor. He yerde yakalıyor. Dünya hiçbir zaman küresel olarak aynı anda her yerde barışa kavuşamadı.

Denklemleri sevmek zeki insanların yapabileceği bir davranış şeklidir.

Bir yazıda kapanış cümlesi uzunsa, giriş bölümü ne kadar kısa olursa olsun istenen katkıyı yapmış sayılmalıdır.

*Herkes kendi anatomisiydi.
*Diğer insanların zengin olmasını sağlamaktı önemi.
*Türkiye için, sen doğmadan önce (1980 ve sonrası)
*Azınlıkta olabilirler.
*İnsanın ne kadar zengin olduğuyla ilgilenenlerden geriye kalanların olduğu yerde.
*Her zaman korkunçtu. Tarih bu hikâyelerle dolu.
*Her insan bu korkunçluğu yaşadı, yaşadı.
*Para kokusu yoksa ve rüzgar saatte 180 km. giden otomobil içindeyken gelmiyorsa ara ki bulasın.
*Pop müzik çıktığı zaman.
*Bu şuur kaybı imalat hatalılar için.
*'Sen neymişsin be abi' olur.
*Hırsölçer koymalı ve sınırlandırılmalı.
*Senden daha çok mutlu olmak istedikleri zaman.
*Köşeden kimin çıkacağı belli olmaz.
*Çarpmak için.
*Bach'dan daha iyi olduğunu bilmediğindendir.
*Onlara ve bizim gibilere yazar değil yazıcı demek gerek. (Yueya, 3 Ekim 2012, "sorularım var!"a yanıtlar)

Tarih boyunca erkekler tarafından kontrol altına alınmaya çalışılan bu dişi imge, yine erkeklerin hayal gücünde melânkolik bir özellik kazanmıştır. Mümkün olanın; kadınlığı kadından sıyırarak mutlak bir dişi imge yaratılabilecek olması iken, erkeğin, kadını bastırarak etkisizleştirmek istemesi onun daha çok kadınlığa dönmesini sağlamıştır. Velhâsıl kadın, kadın olunca güzeldir.

Kadını terk eden erkekler yas tutsun.



18 Aralık 2012 Salı

UZUN CIVILTILAR 3



Yaşamım boyunca tanıdığım iki insan tipi olduğunu her defasında bıktıracak kadar söylemiş ve yazmışımdır. Varoluştan beri süregelen iki insan tipi... Biri; o ilk zamanlarda arka ayakları üzerine kalkıp yürüyen ilk insan ki, o her kimse (anatomik yapımıza uygun olmasa da) bugün ayaklarımız üzerinde yürüyorsak ona borçluyuz. Diğeri; yine o ilk zamanlarda herkese ve doğaya ait bir arazi parçasını çevirip burası benimdir diyen mülkiyetçi insan. Bugün bütün savaşların kıyımların sebebi, bu mülkiyetçi, sömürgeci ve zengin olmak isteyen insan tipidir.

Depremde yıkılan yurt binasında, belden aşağısı enkaz altında kalan bir kızımız... O kızımıza yardım etmek için, "Türk müsün, Kürt müsün" diye soracak mıyız?

Önceleri "sakat" deniyordu. Sonra "özürlü" denmeye başlandı. Fakat bu da tam karşılığı değildi ve horlayıcı olarak kabul edildi. Bugün negelli deniyor. Ben "engelli" sözünü de tam karşılığı olarak kabul etmiyorum. Her ne kadar, daha yumuşak ve aşağılayıcı olmamakla birlikte, tam karşılığı "engelli" de değil. Engelli olmadıklarını Şafak Pavey'den ve daha nicelerinden görüyor, duyuyoruz. Engelenememişler. Engelli değil, kesinlikle... Taktıkları Protezle ve yardımcı uzuvlarla onlar artık engelli değiller. Önemli olan düşüncelerin engellenmemesi. İşte tam bu aşamada engelli olur insan. Düşünceleri engellendiğinde... O zaman yapacak bir şey yok, çünkü düşünceyi engelleyenlere takılacak "protez beyin" yok.

Bir kadın ile bir erkek arasında yaşanan birliktelik; kadın açısından bakıldığında, kırılmak üzere olan büyükçe bir cam parçası üzerinde yürümeye benzer. Her an yaşanabilecek bu kırılganlık kadının tüm bedenini saracaktır. Kadın, camın ilk kırıldığı anda yürümeyi bırakmayacak ve daha dikkatli adımlarla yürüyüşünü tamamlamak isteyecektir. Ne kadar dikkat edilirde edilsin kırılmalar devam edecektir. Cam üzerindeki her çatlak, kalp kırığına dönüşecektir ve artık tamir edilmez boyutta kadını yaralayacaktır, ta ki çatlayıp kırılmayan daha esnek, daha dayanıklı ve adımlarınızı üzerinde yumuşatacak bir cam parçası bulana kadar.

Bildiğimiz gibi, kış gelince, yazlık giysiler dolabın üst raflarına kaldırılırken kışlık giysiler elimizin altında ve gündelik hayatımızda olur. Sanki biz, kış geldiği zaman giysileri değil de; depresyonu saklı olduğu yerden çıkarıyor ve kışlık giysi gibi üzerimize giyiyoruz. Bütün kış süresince onunla yaşıyoruz. Halbuki, giysilerimizi çıkarıp askıya astığımızda ya da dolaba kaldırdığımızda onu da üzerimizden çıkarmayı bilmeliyiz. Bunu yapamıyorsak üzerimizde olduğu halde onunla hoşça vakit geçirmenin yollarını aramalıyız. Daha şimdiden kestaneleri sobanın üzerine sermeli, daha soğuk günler için sıcak çikolatayı/şarabı ve salepi hayal etmeli, lobide şarabını yudumlarken yağan karı seyretmeli. Hem evde hem dışarıda yapılacak bu ve buna benzer şeyler varken, hiç kimse depresyonu üzerinde fazla tutmasın...

Hepimizin hayatının Truman Burbank'in hayatına benzediği bu günlerde şiddet fotoğrafını yayınlayan basın kuruluşunun sadece öldürülen kadının ailesine karşı vicdani bir sorumluluğu vardır. Otosansür en kötü sansür şeklidir. Fotoğrafı yayınlamamak bu vahşeti önleyemeyecektir. Kaldıki biz; bu tür fotoğrafların yayınlanmasını değil, kadın cinayetlerini ve her türlü şiddeti önlemeliyiz.



13 Aralık 2012 Perşembe

UZUN CIVILTILAR 2




Tutulan dileklerin gerçekleşme olasılığı, dilek sayısıyla bu dileklerin kişiye olan uzaklığının kare kökü ile çarpımının, çalışılan gün sayısına bölünmesiyle doğru orantılıdır. Çıkan sayı birden küçük ise, dileğin arzuladığın zamanda gerçekleşecektir. (Esinlenip değiştirilerek alıntılanmıştır).

Bütün gün yalnız bıraktığın yatağının sana duyduğu arzu, onun sana duyduğu arzu ile doğru orantılıdır.

Güneş batmak üzere olduğunda ufukta alı al moru mor bulutların arasından kaybolurken, son ışıklarının ulaştığı toprakları birer lavanta tarlasına çevirir. Lavanta tarlası bulamasan bile, her akşam güneş batarken bu manzarayı veren bir coğrafya olsun bulunduğun yer.

Kendine; içinde yaşamak zorunda olduğun bu insanlara, konuşmak zorunda olduklarına ve sevdiğin / seviştiğin erkeklere tahammül edebilmen için, (seni) şaşırtacak bir şeyler bulmalısın.

Kötü yönlerini dinç tutmak için şeytana ihtiyacın var. Bu, seni kötü insanlardan koruyacaktır.

Libido, kişinin kendi organizmasında ve karşı cinsle iletişiminde özgürce davranmasaydı hayatın nüvesinden bahsedemezdik. İşte tam bu noktada, hayatı ahlakın hizmetinde gören bizim gibi toplumlar geliyor gözümün önüne. Çok şeyi bilip de bahsedemediğimiz gibi.

Seviyorsa güneşi bu kadar çok, güneşten de parlak ise Hilâl, kaybolur başka hilâller güneşte. Bu yüzden o Hilâl'in güneş çıktığında da görünmesi çok doğal.

Tutku, dünyanın merkezi, dünyanın merkezine koyduğun şey de tutkunun kendisidir.

Anıların güzelse ölsen de gam yemezsin artık.

Sen hiç; boş zamanlarımda 'bale veya heykel yapıyorum' diyen ya da falan yerde 'arya' okuduğunu söyleyen hobistlere rastladın mı hiç?

Yemekle, o yemeği yiyen kişi arasındaki duygusal bağı kuran içkidir. İçki olmadığı zaman, duygusal bağ da olmaz. Fakat kişi açsa o yemeği yine yer.

Dünya, kendisi için yas tutmana gerek olmayacak kadar kötüdür.

O çok uzaktan biri bir tek hissettirme ile seni nasıl kırdığının farkında olmayabilir, aynı zamanda o kişinin, bir tek hissettirme ile sende beklenti oluşmasına da yol açmış olabileceğini de düşünerek, kendini sorumlu tutup ahmaklıkla suçlamamalısın.

Bir doz kıskançlık iyidir. Fazlası yan etki yapar

Üstesinden gelinecek en önemli şey bence bu. Kadınlığa dair tüm özelliklerine küsmüş ve de doğasından sapmış, depresif ve silik bir görüntü çizen kadın tipinden her zaman kurtulmak gerek.

Her saat başı tekrar öldüğünü hissetmekten iyidir. An'da takılıp kalmaktan kurtulursun. Eski sevgililerini unut. Aşk için; seyrettiğin çok güzel bir film olduğunu, film bittiğinde belki biraz koltuğunda çakıldığını ama sonunda sinemadan çıkıp gittiğini düşün. Bir başka güzel filme kadar...

Bütün bir ilişkiyi gidiş anına odaklanarak değerlendirmek pek doğru olmaz kanımca. O, ilk günden itibaren yaşanmışların toplamıdır. Yaşadığın anların güzelliğini anımsa. Ayrılmadan önceki son görüntü ile, ilişkiyi bitirmeden önce ağızdan çıkan son sözle değerlendirmek, yaşanmış olan soylu iklişkiye gölge düşürür. Şu düşünce de haklı olabilirsin: Bir kadını terk etmek (bırakılmak) kadının soylu kutsallığına darbedir. Yani bir erkek, kadını terk etmekten değil, kadın tarafından terk edilmekten yana olmalıdır. Bu önceliği kadına vermelidir.

Son dize yazılmadan şiir bitmez.

Bir sevgili olup, bir kalpte saklanmak gibisi yoktur.

Kadınsan perdelerini hep açacaksın
Aşka açacaksın
Sekse açacaksın
Sevgiye açacaksın
Lükse açacaksın?
Hayata açacaksın
Şefkate açacaksın
Güzelliğe açacaksın
Kadınsan hep açacaksın perdelerini
Ama en çok da adam gibi adama açacaksın. (Mısralar, Hiliy'nin yazısından değiştirilerek alıntılanan yorumumdur).




4 Aralık 2012 Salı

YA KÜÇÜKLER...

                 
               Evde hayvan beslemek güzel hoş da, gel gör ki bizimkisi gibi bir kedi ile yaşamak insanı gerçekten tatlı tatlı bezdiriyor ve başkaldırtıyor. Öyle ki, maması açık büfe olduğu halde, gidip kendi başına yemez. İllâ ev halkından birisi kendisine eşlik edecek. İki mama kırtlayacak olmasın, karşına geçer, patileri önde, poposu yerde kulaklar dikilmiş, gözler üzerinizde, meaovvv meaoovvv diye bağırır. Hiç oralı olmazsan, bu kez sesin şiddeti daha da artar, gözler daha da bir dikkatle üzerinize çevrilir ve senfoni devam eder. İstersen kalkma, kaldırıp mamaya eşlik edene kadar sesini kesmez. Giderken de yarım adım gerisinden ve yan tarafından yürüyeceksin. Arada bir geliyor musun diye sınanacaksın. Kazara önünden gitmeye kalksan patiyi yemeyi de göze alacaksın. Mamaya gelince de iş bitmiyor. Yeme işleminin sonuna kadar eşlik edeceksin, gerekirse alnından ensesine doğru okşayacak ve seveceksin. O bir yandan güven ve mutluluk homurtuları ve gurultuları çıkarırken bir yandan da mamasını yiyecek, bittikten sonra da sana şöyle bir sürtünerek teşekkürlerini sunacaktır. Eğer mama yemesi bitmeden terk eder giderseniz, bütün bu işlemi yeni baştan yapmayı göze almanız gerekecektir. Oh işte mama yemesi bitti, şimdi gidip yerime oturayım derseniz yanılıyorsunuzdur. Bu kez lavabo kapısının önünde, sizin kapıyı açmanızı bekler ve lavaboya atlayarak, sizin açtığınız musluktan suyunu da içerek yemek içmek faslının bitrirken, artık bir güzel kendi işinize döneceğinizi sanırsınız ve tabii ki yanılırsınız. Bu kez size attığı patiden sonra onu kovalamanızı bekleyecek ve böylece saklambaç oyunu başlayacak. Birkaç kez yapılan bu kovalamaca ve pati oyunundan sonra kendi evine veya beğendiği herhangi bir köşeye çekilerek uyumaya başlayacaktır.
                 Yaz aylarında zaman zaman balkonda kuşlarla kovalamaca oynar, bazen bir kumru, bazen serçe avlarken, arılarla hoplar zıplar, sinekleri kovalarken bu kadar oyun istemiyor doğal olarak.
                 Bu aralar kendisine,  kapının alt tarafına, lavaboya kolay gireceği açılır, kapanır bir bölüm yaptırmayı ve musluğa da sensör taktırmayı düşünüyorum. Bunu düşünürken bir matematikçi bilimadamı geldi aklıma, ismini hatırlayamadım. Bilenler varsa hatırlatmalarına sevinirim. Evinde birden fazla köpek besleyen bu bilim adamı köpeklerini ihtiyaçları için dışarı çıkarmaktan bezmiş. Köpekler dışarı çıkmak istediğinde her seferinde, her biri için ayrı ayrı kalkması zamanının büyük bir bölümünü işgal ediyor ve yeteri kadar çalışmalarına veremiyormuş kendini. Düşünür taşınır ve sonunda, bugün hepimizin bildiği ve gördüğü o buluşa imza atar ve mutfağın dışarı açılan kapısının alt tarafına içeriden dışarıya ve dışarıdan içeriye girilmesini sağlayan ve evin büyük köpeğinin ölçüsüne göre bir geçiş yaparak sorunu çözer. Çözer ama, işte sevgili arkadaşlar insanın matematikçi bilim adamı olsa bile, hani "boş bulundu da yaptı" dediğimiz cinsten olacak, yaptığı geçişe bakarak ' ya küçükler nereden geçecek' der.

25 Kasım 2012 Pazar

PEKLEŞTİRME !




Yıllar önce şöyle bir konuşma geçmişti aramızda:
- Seni seviyorum.
- Ben de seni seviyorum.
- Güzel olan ne biliyor musun?
- Anlatsana.
- Senin beni sevdiğini benim bilmem.
- Daha güzeli de var.
- Nedir?
- Benim seni sevdiğimi bilmeni benim bilmemdir.
- En büyük mutluluk ve güven duygusu bu olsa gerek...

Sen de sevgini pekleştir.

9 Kasım 2012 Cuma

MİRAS



"... Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışların bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkar etmek olur... Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar... "

Hem Gazi, Hem Mustafa Kemal, Hem ATATÜRK


Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip'in sorusuna Mustafa Kemal'in yanıtı.

6 Kasım 2012 Salı

ESİNLENEN UZUN CIVILTILAR 1

            
              Pastırma yazı diyorlar ama bana göre yaz uzun sürdü, bitmedi ki, pastırma yazı gelsin. İstanbul'un Fenerbahçe sahillerinde ekim ayı ortalarına kadar denize girildi. Ben, eylül ayı ortalarında bıraktım. Bundan sonra biraz soğuk yapıp peşinden de bir sıcak yaparsa havalar, işte o bana göre pastırma yazıdır. Sonrasında gelsin sıcak şarap günleri. Sırt çantanı arkana, kendini de bisikletin üzerine atıp, şehrin kenar dokularında bir kır kafesinde dostların ve sevdiklerinle yaşayabilirsin bu özgürlüğü. Zevkle yaptığın bu işten ayrılırken, kulaklarında çalan Handel'le dönüş yolunda olmanın 'başarıyla bitirilmiş bir işi gerçekleştirme' kıvancını taşımanın mutluluğu, çok isteyen kişinin anne ya da baba olma mutluluğu ile eşdeğerdir.
             İnsanın yapmak istemediği işler de vardır. Yapmaktan delicesine kaçındığın ve sevmediğin işleri (AVM' lerde bulunmak gibi) yapabilmen için en geçerli neden; sonunda kişiyi bunları paylaşmaya ikna eden ve sebep olan sevilen ve aşık olunan birinin varlığıdır. İnanın o zaman sevmediğiniz işleri, çok sevdiğiniz yatağınız kadar severek yaparsınız. Yatağınız dedim çünki, hani kendi evinizin dışında bir yakınınızın ya da akrabanızın evinde kalırsınız da ertesi sabah uyandığınızda size ilk sorulan soru : "Nasıl, iyi uyudun mu, yatağını yadırgadın mı? olur. Yataktan kalkmanın en zor olduğu anlar; gökyüzünün gece haritasının değişmediği, yani daha ay ve yıldızlar hâlâ yerli yerindeyken işe gitme vaktinin geldiği anlardır. Gerçi uygulanan kış saati ile erken kalkanların gökyüzü haritaları biraz daha gündüze kayma ile daha erken ağarmaya başlasa da bu kez dönüş yolunda geceyi erken karşılamak var. Belki bu da geceyi yaşamayı sevenlerin işine geliyordur kimbilir, daha erken geceyi kucaklamak da hoş bir şey olsa gerek. Ama ne olursa olsun gecenizi mutlaka Verdi ile bitirin. İyi gelir. İğne olmak gibi. Hastalık tedavisi için ağızdan alınan haplardan daha etkili.
             İş hayatı ve yapılan işler insanların karakterlerine de etki ediyor. Yapılan işe ve iletişimde bulunulan  kişi ve kitleye göre yapılanıyor insan. Yoksa her an baskı altında olan ve gerçekleştirmesi gereken yıllık kotalar verilen çalışanın iş hayatında başarılı olmasının istendiği fakat bunun sonucunda kişinin sağlığının bozulmasına neden olan bir tip geri kapatalist toplum modelinde yaşıyoruz. '80 öncesi dönemde bu böyle değildi. Zamanla  ilerleyerek ve gelişerek! büyüdü ve bugünkü konumunna ulaştı. İşi yüzünden ve işi ile ilgili insan ililşkilerini yansıtan kişililk değişimlerine bir yere kadar diyeceğim yok ama, bunu karakterine yapıştıran ve iş yaşamı dışında yakınlarına ve dostlarına da davranış biçimi olarak sergileyen insanları; rolünü gerçek hayatt da oynayan oyunculara benzetiyorum. Bu davranış şekli, çıkarları için  hesaplı ve planlı davranarak "bu kişi ileride bana gerekli olur" zihniyetiyle ona yaklaşarak kendinden uzaklaşmaktır. Gerçek yaşamda kabul edilemeyecek kadar sinsi ve içtenliksiz bu davranış bana göre iş hayatında da kabul edilemez bir insan şeklidir.
           Bir de ortam insanı olduğunu sanan ve herkese mavi boncuk dağıtmaya çalışan. Her gördüğü ve her selamlaştığı kadına kendi karısının yanında ölçüsüz ve gereksiz iltifatlarda bulunanlar ile, burnu düşse yerden almayacaklar vardır ki; bu kişilerin tavırları bundan sonra kendileri için "yine mi sen geldin" dedirtecek kadar kendilerinden yaka silkinmesine neden olur. Bu insanların etkisi iki şişe soju ile bile çekilmez. Her zaman için yine mi geldin yerine, iyi ki geldin denen türden olmak gerek. Bazen "bu tür insanların acaba bir yaşam koçu mu var?" diyorum kendi kendime. Yaşamını yönlendirmeyi bilmeyenler ve nerede nasıl davranılacağını, mesleğini nasıl geliştireceğini, geleceğini nasıl planlayacağını ve toplum içinde nasıl davranılması gerektiğini bilmeyenler ve kendilerine bir yol haritası çiz(e)meyenler çözümü yaşam koçlarında arıyorlar. Bu gibi kimselerin tembel olduğunun kesin olduğuna inanıyorum. Yaşam koçları, yaşamı yaşayıp, her türlü olayın içinden çıkıp gelen insanlar olmadığı gibi, yol göstericiliğine gözü kör inanmak ancak tembel insanların işidir. Biraz okuyan ve çabalayan insan, yaşam koçu dedikleri yol göstericilerden daha iyisini başaracaktır. Yaşamını dilediği gibi düzenlemek isteyen bir insan görmüş geçirmiş deneyimli ve yaşamın içinden gelen birinin tecrübelerinden yararlanır. Yaşam koçu, sizin okuyarak öğrenebileceğiniz, gözlemleyerek değerlendireceğiniz şeyleri sizin tembelliğinizden yararlanarak öğrenip, size satmaktan başka birşey yapmıyordur. Yaşayarak gören öğrenen deneyimli kişilere evet, yaşamadan bize nazari bilgi satmaya hayır. İnsan, Freud'u, Lacan'ı, Marx'ı, Engels'i, Zizek'i, Sartre'ı  ve çağımıza yön vermiş diğer büyük düşünür ve felsefecileri biraz okuyup öğrense kendi kendisinin yaşam koçu olur.
             Sürekli kendini ispat içinde olma tutkusu kişinin yanlış tanınabileceği kuşkusundan kaynaklanıyorsa buna bir dereceye kadar hoşgörü ile bakılabilir. Gerçek yaşamda, insanların birbiri ile yüz yüze olduğu durumlarda kuşku duymanın bir anlamı yoktur. Davranış ve sözlerde dürüst davranılıyorsa kişi kendini içtenlikle dışa vuruyorsa, en az o kadar tanınabileceği kesindir. Kişilerin birbirini göremediği, duyamadığı, davranış ve konuşma becerilerini duyuları ile anlatamadığı ortamlarda (burası yani blogger gibi), yanlış tanınma ve tanınamama kuşkusu duyulması olağan bir davranıştır. Yazılanlar her zaman kişiyi tanıma ve belli bir düzlemde hayal etme konusunda yeterli olmaz. Davranışı, duruşu, oturuşu, toplum içindeki saygınlığı, konuşması, huyu, karakteri yazılarına tam olarak yansımaz. Ancak o kişi hakkında sadece fikir verir. Sadece dünya görüşünü yansıtır.
 Bazı insanlar  burada kuşku duyanlara örnek gösterilebilirse de, gerçek hayatta ve toplum içinde kendini ispatlamaya gayret etmez  ve  buna da gerek duymazlar. Ne oldukları ve nasıl oldukları, gerek fiziksel ve gerekse fikirsel olarak herkesin gözü önündedir.

                           
                        

4 Kasım 2012 Pazar

DEYİŞ 7


                                                           
Bir bilim adamı siyasetçi olursa nesnelliğini, bir sanatçı siyasetçi olursa muhalifliğini kaybeder   
                                                                                                                 Hektor   


3 Kasım 2012 Cumartesi

BEŞ DUYU DENEYİ



Madeleine Stowe

Renk: Yeniay parlaklığı
Koku: Günü geçmiş kasa fişi
Dokunsal: Yüksek ateşli bir hastaya soğuk suyla kompres yapmak
İşitsel: Çok sesli müzik
Tat: Tırnak cilası





31 Ekim 2012 Çarşamba

OLAĞAN ŞÜPHELİLER

Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılan marjinal ve illegal örgüt üyeleri !

               
      
Cumhur, 82 yaşında   Cumhur, 58 yaşında      Cumhur, 25 yaşında     Cumhur, 40 yaşında 
      Kore Gazisi               Kıbrıs Gazisi               Güneydoğu Gazisi        Ev kadını           
   


              
  
Cumhur, 19 yaşında   Cumhur, 11 aylık,         Cumhur, 6 yaşında,     Cumhur, 50 yaşında
Üniversite Öğrencisi   annesinin yürüttüğü         elinde boyu kadar               Esnaf
                                  pusette bebe                 Türk bayraklı yavru

              
         
Cumhur, 28 yaşında     Cumhur, 73 yaşında   Cumhur, 24yaşında    Cumhur, 33 yaşında  
bankacı kız                      emekli öğretmen               sporcu                      işçi                           
 

                
      
Cumhur, 41 yaşında      Cumhur, 30 yaşında    Cumhur, 37 yaşında    Cumhur, 78 yaşında
            memur                  yabancı uyruklu        öğretim görevlisi         engelli, tekerlekli        
                                              vatandaş.                                                   sandalyede

O gün, orada hepimizi buluşturan ve bir arada tutan şey; sönmeyecek olan son ışığımız ve aydınlanmanın simgesi Cumhuriyetimizdi.


                                                                                                   

30 Ekim 2012 Salı

BUMERANG

[bf4b8973.jpg]

KORKU

Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson
kartal kanatlı kanaryam
inci dişli zenci kardeşim
türkülerimizi söyletmiyorlar bize.

Korkuyorlar Robeson
şafaktan korkuyorlar
görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar
yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhad gibi sevmekten
(sizin de bir Ferhadınız vardır elbet Robeson, adı ne?)

Tohumdan ve topraktan korkuyorlar
akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
ne iskonto, ne komisyon, ne vade isteyen bir dost eli
sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine
ümitten korkuyorlar Robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten,
korkuyorlar, kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizden korkuyorlar Robeson.


Nazım Hikmet





14 Ekim 2012 Pazar

ÇANAKKALE ÇOCUKLARI


Bu filme göre;
Vatan savunması anlamsız, ulusal çıkarlar saçmadır.
Bu filme göre;
Müttefik kuvvetler işgalci ve emperyalist değil, bizim misafirimizdi.
Bu filme göre;
Batı emperyalizmi, Osmanlı'nın parçalanıp mirasının bölüşülmesi için gelmediler Çanakkale'ye.
Bu filme göre;
Savaştan ve yüzbinlerce askerin ölümünden sorumlu olanlar, kahraman Türk askerini yetiştiren Türk babalardır.
Bu filme göre;
Ülkemizi işgale gelen yabancı istilacılar, vatanını savunmak isteyen Mehmetçik'le kardeştiler ve Mehmetçiğin onlara kurşun sıkması ayıptı, hiç direnmeden buyur edecekti.
Bu filme göre;
Çanakkale'yi geçemeyen empeyalist güçlere, beyazperde üzerinden bu emellerini gerçekleştirme şansı verilmiştir.
Bu filme göre;
Çanakkale gururumuz ve kahramanlıklarımız utanca dönüştürülmek istenmiştir.
Bu filmle;
100 yıl sonra sinemadan ateş açılarak arkalarından vurulan Mehmetçiklerimiz bir kez daha şehit olmuşlardır.

DİLEKLER

                      
                      Zaman zaman daha önceki yazılarımı okur ve düşünürüm. Yine böyle yaparken, 17 Aralık 2011 Cumartesi günü nini' nin mimine yazdığım 2012 dileklerimle ilgli yazı çarptı gözüme. Bu mimde ilk dileğim:
'Tüm silahlar yok edilsin. Savaşlar bitsin. Hiç kimse ve hiç bir ülkenin elinde ateşli silah bulunmasın. Ateşsiz olanlar da toprağa gömülsün. 31 Aralık günü, her yıl, her yerde "Dünya silahsızlanma günü" olarak kutlansın' olmuş.
                      Aradan geçen bir yıla yakın süre zarfında, değil bu ve diğer dileklerimin gerçekleşmesi, dünya daha da bir silahlanma yarışının içine girmiş ve bölgesel olarak savaşın eşiğine gelmişiz.  Daha çok kadın öldürülmüş, şiddet görmüş. Aç ve yoksul insan sayısı artmış, eğitim ve ve sağlık hizmetleri paralı hale gelmiş. Doğal kaynaklarımız ve ormanlarımız daha çok tahrip edilmiş ve daha çok tahrip edilmesine kucak açan projeler hayata geçirilmiş. Etrafımda gördüğüm aşksız bir insan bile,  'aşksız insan kalmasın. Herkesin bir aşkı olsun' dileğimin de gerçekleşmediğinin göstergesi olduğuna göre; dileklerinin gerçekleşme oranı sıfır olan biri olarak, diyorum ki, çok yazık!
                     O günkü yazımdaki dilekleri sizlerle yeniden paylaşırken, bu yazımı da yine o günkü yazımdaki son dilekle bitiriyorum: 'Tüm bu dileklerim bir gün gerçekleşsin'.


6 Ekim 2012 Cumartesi

YORUMSUZ



BASINDAN:
TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonunda Milletvekilleri, Medya Patronlarının dinlenilmesi bölümünde Doğan Medya Grubu patronu Aydın Doğan'a; 28 Şubat Döneminde askerler tarafından gazetelerinde yazanlar hakkında bir baskı yapılıp yapılmadığını, işten atılmalarının söylenip söylenmediğini sordu.

5 Ekim 2012 Cuma

İÇİNDE BİSİKLET OLAN FİLMLER


Xiaoshuai Wang’ın yönettiği 2001 yapımı Çin filmi Beijing Bicycle/ Pekin Bisikleti.
 



Vicente Amorim’in yönettiği Brezilya yapımı O Caminho das Nuvens.




 Bisiklet Hırsızları




 Anh Hung Tran’ın Cyclo/ Bisikletçi




Üç Tekerlekli Bisiklet Lütfi Ö. Akad ve Memduh Ün




A Sunday in Hell (1976) (En forårsdag i Helvede)  (Belgesel nitelikte)




The Stars and the Water Carriers (1974) (Stjernerne og vandbærerne) (Belgesel nitelikte)
 



The Flying Scotsman (2006) (Belgesel nitelikte)
 



Hell on Wheels (2004) (Belgesel nitelikte)




Chasing Legends (2010) (Belgesel nitelikte)
 


Sylvain Chomet’in yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği 2003 yapımı Fransız ( animasyon film Les Triplettes de Belleville (2003)
Resim



Le Gamin Au Velo

3 Ekim 2012 Çarşamba

UZUN CIVILTILAR 1



Sevgiliden yoksun bir dünyada isen, ışık senin varlığını farketmez. Karanlıktasındır. Çünkü o, ışığı sana yansıtan, ulaştırandır. Işık, herhangi bir yansımaya uğramayacağından evrenin içinde kaybolup gider. Gün ışığının "fazla onsuz olması gözlerine" bundandır.
*****
Kendimi diğer insanların beni sevdiği kadar ve belki de daha çok severim. Narsistlik ölçeğinde olmamak kaydıyla akılsal olarak beğenirim (Oscar Wilde kadar kesinlikle değil:)) ve ayrıca fiziksel olarak da beğenirim.
*****
Beni şaşırtan şeyleri sevdiğimden, başkalarını şaşırtan şeyleri de yapmayı severim.
*****
Uzun sohbetli öğle rakısı, balıkpazarında tezgahtaki balıklara bakmak, aysız gecelerde haritayla gökyüzünü incelemek, aylı gecelerde çimlerin üzerinde bir kadeh içmek, plâk çalmak, tek kişinin idare edebileceği küçük ve de yelkeni olan tekne ile ilerlerken, kürekleri küpeşte dışına alıp suya salmak, yine küreklerin çıkardığı sesi dinlemek, evde olmak, yaprak sarma yemek, sanatın her türlüsünü tüketmek (tüketilen sanatların dışında istisnai olarak resim yapmak ve sinema en başta olarak ilgilenmek), Chopin ve Rahmaninov dinlemek, oldukça çok düşünmek sevdiğim şeyler.
*****
Hedef koyma tehlikesini atlattım. Hırslı bir yapım yok ve olmadı, o yüzden büyük hedeflerim de olmadı. Mülkiyetten ve zengin olma içgüdüsünden uzak durdum. Tüm kötülüklerin başının mülkiyet ve zengin olmak olduğunu biliyordum. Tarihteki en kötü insan, bir toprak parçasını çevirip burası benimdir diyen insandır. İşlerin gerektirdiği küçük hedefler, tuğla tuğla yapılan adımlar dışında, zamanın doğal akışı içirisinde ailemle ilgili olmasını beklediğim şeyler var elbette.
*****
Yalancılık, ikiyüzlülük, kaypaklık, kendini önemli gösterme özentisi, sululuk, arkadan bıçaklamak, sıradan ve olağan şeylerin ve başarıların abartılması sevmediğim şeyler..
*****
Her şey ve herkesten esinlenebilirim.... Örnek aldığım insan var tabii ki...Etkilendiklerim; ilk gençlik yıllarımdan beri taşıdığım sosyalist düşünce ve son birkaç yıldır ilgilendiğim sürrealizm. Sürrealizmden etkilendiğimde bu etkiler az buçuk  bloğuma da yansıdı. Tam olarak sürrealist olmadığımın bilincindeyim. Olamayacağımı da biliyorum. Bloğum sürrealist bir blog da değil. Terapi ve psikolojik sorunlara çözüm bulma konusunda Jodorowsky'den etkilendiğim de olmuştur. Rüyalarımı da yazıyorum. Bunu yaparken acaba taklit mi olur diye az düşünmedim değil. Rüyalar tam anlamıyla sürrealizmi yansıtıyordu. Herkes sürrealist olamazdı ama rüyaların kendisi sürrealizmin kaynağıydı. Rüya yazmanın da; nasıl öykü, deneme, anı türünde farklı yazarlar farklı şeyler yazdıysa, kişinin kendisine ait rüyalar olması kaydıyla ve bu konuda kendisinden önce yazan bir başkası olmasına rağmen bir sakıncası yoktu. Bu tamamıyla bir etkilenme ve esinlenme olacaktı. Burada dikkat edilmesi gereken şey, yazılan rüyanın tamamıyla kendime ait ve gerçekten gördüğüm rüya olması yani tamamıyla özgün olmasıydı.
*****
Fikret Kızılok şarkıları, özellikle, Yeter ki ve İki Parça Can coşku ve heyecan verir..
*****
Fimler; her zaman ve her yerde "Potemkin Zırhlısı" birinci filmim. Hiroşima Sevgilim, Yurttaş Kane, Vivre sa Vie, Blow Up, Shane ve diğerleri.
*****
Kitap olarak en son (ve yeniden elimden düşürdüğüm) Nerval'in Aurélia' sı (Rüya ve Yaşam) idi. Yine Yeniden okumaya karar verdiğim ve elime aldığım kitap ise Faust idi. (Bu satırlar yazılırken okunmuştu).
*****
Kendini öldürme notu bırakan çok sevdiğim biri ve yakınımsa, ondan mahrum kalmamak ve kendim için engel olmaya çalışırdım. Onun için yapmış olsam, onun özgür iradesine karşı çıkmış olurdum.
*****
Kişinin kendini öldürmeden önce yaşıyor olmasına inandığım için, kendini öldürmek isteyen kişi de yaşadığından, kendim için ölümüne engel olmak isterim.
*****
Tek cümleyle kendimi anlatacak olsam, "Ete kemiğe büründüm ..... diye göründüm" (Yunus Emre) derdim. Bu tanımlama Yunus'un, Mevlâna'nın altı ciltlik Mesnevi'sine karşı, "ne gerek vardı bu kadar cilt yazmaya, ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm dese yeterdi" şeklindeki tanımlamasıdır.
*****
Vücut, 'hoşgeldin' ve 'vardın mı?' sözcüklerinin birbirini kovalayan iki ayrı zamanda yarattığı coşku ile iki ayrı parçaya bölünür. Her iki durumda da parçalardan biri 'sen', diğeri de 'ondaki sen' olarak şekillenir. Birine yaklaştığında diğerini kaybetme korkusuyla, dönüş yolculuğunda 'sen'i de, 'ondaki sen'i de yitirerek ait olduğun yerde 'o'na dönüşürsün.
*****
İnsan köprüler yapar geçilsin diye, geçilmesin diye değil.
*****
Hayattan korkmanın olağan bir duygu olduğu sonucuna vardım. Çünkü hayat korkulacak denli acımasız. Bana; ana rahminden çıkmadan önce, şu zaman sonra büyük bir deprem, şu zaman sonra ondan daha büyük bir deprem yaşayacaksın binlerce insan ölecek deselerdi, bana; iki ihtilâl, iki muhtıra göreceksin, orta-lise döneminde aşık olduğun kızla yaşayamadığın aşkın yıllarca acısını çekeceksin, genç yaşta en sevdiğin arkadaşını kaybedeceksin deselerdi; bana, şu yaşında babanı, şu yaşında anneni, şu yaşında ağabeyini kaybedeceksin deselerdi, bana; en olgun yaşında biri yeni evli, diğeri yine çok sevdiğin iki arkadaşını kaybedeceksin deselerdi, hayattan korkardım. Belki de anne rahminde kalmayı, daha güvenli  bir yer olarak görürdüm. Ana rahminde bana; çok güzel bir çocukluğun olacak, dünyanın en güzel şehrinde yaşayacaksın, okuduğun okulların en başarılı öğrencisi olacaksın, yıllar sonra rastladığın lise arkadaşını seveceksin ve onunla evleneceksin, üniversiteyi bitirmende büyük katkısı olacak, birlikte askerlik yapcaksınız, güzel bir kızınız olacak, mutlu bir şekilde yaşayacaksın deselerdi, hemen ana rahminden özgürlüğe, kurtuluşa geçmeyi seçerdim. Yaşamımda yukarıdaki olumsuz ve acı veren olayları da, mutluluk veren olayları da bire bir yaşadım. İnsan hayattan korkmakta haklıdır. Hayat korkulacak kadar acı ve acımasızdır. Ama yaşamak başka bir şeydir. Yaşanılacak kadar da güzeldir. Tüm insâni etkinliklerimizi varoluşumuza karşılık bulma çabasıyla geliştirir ve yaşama tutunuruz.
*****
Hayat her zaman bir dört yol ağzında seçim yapmak gibidir. Seçeceksen kendi yolunu seç. En güzel yol kendi yolundur. Tanımak için tâli yolara da girer, bakar, görür, çıkarsın. Tabii ki, vaktin varsa. Kendi yolunda gidersen, pişmanlık da duyabilirsin. Ama bu bence diğer seçeneklere göre duyacağından daha az olacaktır. Şüphe duyduğunda değiştirirsin yolunu. Fakat yine de kendi yolunda keyfince gitmeye bak. Bu yolda gördüklerin ve yaptıklarınla yüzleş. Ağlayabilirsin de, gülebilirsin de, aşklar da yaşarsın. Dönüp baktığında, utancın da olsa, pişmanlığın da olsa, kaybettiklerin de olsa, geride kalanların hepsi sana aittir ve gülümseyerek hatırlarsın ve "iyi ki, kendi yolumu seçmişim" dersin.
*****
Kendisinden kurtulmanın imkânsız olduğu bir hayal. Odaklandığın yokluk, aslında varlığındır ki, o sende yaşayan bir imgedir. Şöyle bir fotoğraf makinası olsa; sadece karşısında duranları değil de, hayalindeki yüzü de algılasa, kendisi için bu güzel "yokluk" dizelerini yazarken.








17 Eylül 2012 Pazartesi

RÜYAMDA 17 EYLÜL

          
          Rüyanın tümünü hatırlayamıyorum. Hatırladığım bölümünde, herkes ellerinde ya üzeri mikroçipli içki bardakları ya da sadece bir mikroçip ile bir gece kulübünden içeri girmek için sırada bekliyorlar. Bekleyenlerin yanına yaklaşıyorum ve neden ellerinde bardaklarıyla girmek istediklerini ve bu mikroçiplerin ne olduklarını soruyorum. Sıradakileren biri; "bu çipli bardakların kişiye özel olduğunu, herkesin içme kapasitesine göre belirlendiğini 'isitiap haddi' gibi belli bir sınırı olduğunu ve bir günde ne kadar içki içeceğinin bu çip sayesinde okunduğunu ve kendisine tanınan istihkaktan  fazla içiki verilemeyeceğini belirliyor. İsteyen üzeri çipli özel bardağıyla geliyor, isteyen sadece çipini getirip herhangi bir bardağa yapıştırarak içkisini alabiliyor". Peki "ertesi gün" dedim. "Kendine tanınan miktardan en son içkisini aldıktan 12 saat sonra yeni hakkına başlayabilir" dedi. Peki, ben nereden alabilirim diye soruyorum. Yaşamınızda ilk içkinizi içtiğiniz yerden bir sertifika getirip bunu 'İçki İçenler Derneğine' onaylattıktan sonra, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından alabilirsin diyor. Ben de ilk içki içtiğim yer olan K.....' da, hâlâ var olan B...... M....' in sezon dışı boş havuzunun yolunu tutuyorum. 

14 Eylül 2012 Cuma

DEYİŞ



Beynin özgürleşmesinden, onun kafatasından çıkıp gitmek olduğunu anlayanlar; boş kafataslarınızı saksı yapın.

DERNEKLERİ KARIŞTIRMIŞ

         
 "Kadın vali, kaymakam olmamalı. Yumruğunu vurduğu zaman ses getirmeli. Üniversitede profesör olmuş, güzel bir yere gelmiş. Hiçbir işe yaramıyor. Sadece o masanın kadını. Bu tür kadınların da ayıklanması lazım. Böyle dayı-yeğen işi yapılmamalı. Kadın vali olmamalı, kaymakam da olmamalı. Gecenin bir saatinde bir ot yangını olduğu zaman atına binip gidebilmeli. Kadın naziktir, narindir, dugusaldır. Emir verebİlmeli. Yumruğunu vurduğu zaman ses getirmeli. Onun için Milli Eğitim Müdürü, İş-Kur Müdürü kadın olmamalı."

           Yukarıdaki sözler, Kadın İstihdamının  Desteklenmesi Operasyonu Hibe Programı kapsamında düzenlenen "Çalışma hayatında toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesi" konulu konferansta söz alan (şimdi sıkı durun)  Erzurum Girişimci Kadınlar Derneği Başkanı Zekiye Çomaklı'ya ait.





Haber: Cumhuriyet, 14 Eylül 2012, Cuma.

6 Eylül 2012 Perşembe

REKLAM METNİ

         
          Çok ünlü ve sinemada fenomen olmuş bir oyuncumuzun oynadığı reklam filmine yazılan metne göre, aynen şöyle diyor oynadığı reklam filminde ünlü oyuncumuz: 'Hani arabanızı kaza yapmadan önce sigortalarsınız ya...!'
         Benim bundan çıkardığım anlama göre; yola çıkmadan önce bir falcıya uğrayacak ve bakla falımıza  baktıracak ve bu şekilde arabamızın kaza yapıp yapmayacağını öğreneceğiz  (tabii ki, bu durumda arabamız bizden habersiz kendi başına garajdan çıkacak ve trafiğe girerek herhangi bir kazaya karışacak anlamını es geçiyorum)  ve yola çıkmadan önce de sigorta acentesine uğrayarak kaza sigortasını yaptırdıktan sonra karşıdan gelene ve yolda olabilecek herhangi bir tersliğe karşı ya da kendi kendimize 'HADİ ARTIK KAZA YAPABİLİRSİN, ÇÜNKÜ SİGORTALANDIN' diyecek ve kaza yapacağız. "Aman ne olur bana çarpma, ben bir sigorta yaptırıp geleyim  de öyle çarparsın" demek kadar gülünç ne olabilir.
         Bunun başka ve çok daha vahim anlamlarından biri de, kişilerin kaza yaptıktan ve maddi ya da ölümlü bir olaya sebep olduktan sonra sigorta yaptırabileceğini akla getirmesidir. Sanki kaza yaptıktan sonra sigorta yaptırılabilirmiş gibi, "kaza yapmadan önce" tabirini kullanmak iki kere yapılmış bir dil yanlışıdır. Anlatım bozukluğunu ve ifade yanlışlarını, telaffuzları, vurguları görmeye ve duymaya alışık olduğumuz spikerler ve maç anlatıcılarının yaptıkları hatalar, o an duruma göre ve canlı yayınlarda olduğu için insan bu reklam filmine bakarak hiç de affedilmemesi gereken o hatalara karşı hoşgörülü olabiliyor.
        İlgili reklam filmine o metni kim yazdı, düzeltmenliğini kim yaptı, kim onayladı bilmiyorum. Reklamı yapılan ürünün sahibi firma böyle bir yanlışa nasıl göz yumdu. Üzerinde günlerce çalışılarak ve kafa yorarak yazılan reklam metninde, hem de ünlü bir sinema oyuncusuna bu yanlış ifadeyi söyletmek için gerçekten ayrı bir tahsile ihtiyaç vardır. Yani bilinen bir özdeyişle "bu kadar yanlış ancak tahsil ile mümkündür".


Not: 1- Doğru metin bana göre: "Hani arabanızı olası kazalara karşı nasıl sigortalıyorsanız..." şeklinde olabilirdi.
Bunu anlatmanın daha başka bir ifade şekli de olabilir. Lütfen yazarsanız sevinirim.
        2- Ölümlerin ve kazaların ardı arkasının kesilmediği şu günlerde, olanları unutmadan, sorumluluk bilincini  yitirmeden,  üzüntülerimizi hafifletmek ve biraz kafa dağıtmak için...
        3- Dil yanlışlarının ve kavran kargaşasının, olaylar sonrası yapılan ayaküstü açıklamalarda da devam ediyor olması insanı bir kat daha üzüyor.

3 Eylül 2012 Pazartesi

KAPANMAYAN EDEBİYAT SAYFASI


Kamyon arkası yazılar, kamyoncuların twitter hesabıdır.



Not: 1 Temmuzda yürürlüğe giren Türk Ticaret Kanununa göre kamyon arkası yazılar yasaklandı.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

RÜYAMDA 27 AĞUSTOS "PORTRE"

           
         Elimde bir klasör, hızlı hızlı bilmediğim bir devlet dairesinin koridorlarında yürüyorum. İlgili bölümden içeri giriyor ve elimdeki klasörü bankonun arkasında oturan kadın görevliye veriyorum. Klasörü açan kadın görevli, sayfaları karıştırdıktan sonra hiçbir şey anlamamış edasıyla, beni bir üst memura yönlendiriyor. Memur, dosyaya baktıktan sonra bana dönüp;  "Bu yatağın önüne sandalye koyacaksınız ve onun üzerine de pantolonunuzu asarak çektiğiniz resmi buraya iliştireceksiniz" diyor.  Dediği gibi yapıyor ve dosyayı da alıp oradan ayrıldıktan sonra resimleri çekmiş ve dosyaya iliştirmiş olarak bir çantaya koyup geri dönüyorum. Döndüğümde geldiğim yerin İstanbul Yelken Kulübü olduğunu görüyorum. Görevliye elimdeki çantayı veriyorum. İçinden dosyayı çıkarmasını söylüyorum. Ben de bu arada denize girmek üzere soyunmaya başlıyorum. Çantanın içinde dosya olmadığını söyleyen görevli, içindeki rulo edilmiş kağıdı bana veriyor. Ruloyu açıp baktığımda bunun Dorian Gray'in portresi olduğunu görüyorum. Portrenin altında şu satırlar yazıyordu: "Portrenin sahibine ulaşmakta geciktiği her gün, onu meydana getiren çizgiler solup uçacak ve sonunda boş bir sayfa kalacaktır".

3 Ağustos 2012 Cuma

BİR GÜNLÜK SPONTANE YAZI !

            
             Yaşadığı çevrede tanık olduğu spontane olayları, yine spontane yazılarıyla olmayan okuyucularına aktarırken, bir de güzel yazabilse ve dediği anlaşılabilse gam yemeyeceğim. Dereden tepeden, oradan buradan, kökten gövdeden yazarken sanki biz de onunla birlikte aynı olayları yaşamışız ve biliyormuşuz gibi aktarmaya kalkınca yazı konusu "deli saçması" oluyor. Yaşadığı çevreyi kendi dilediği gibi oluşturmaya kalkanlar, kendi gibi düşünmeyen ve kendi gibi yaşamayanları soysuzlukla suçlayanlar, ülkesinin toplumsal gelişim tarihinden haberi olmayanlar ve yaşananları salt insanların seçimlerinde ve davranışlarında arayanlar, bin yıl önce ve daha öncesinden de çeşitli boylar altında geldiğimiz bu topraklarda yerleşik düzene geçene kadar ne kadar zaman geçtiğini bilmeyenler, Anadolu'nun bazı yörelerinde hâlâ konar göçerlerin olduğundan haberi olmayanlar, merak edip bulunduğu bölgede şu an itibariyle yerleşik olarak yaşayan insanların ne zamandan beri yerleşik düzene geçtiğini sormayanlar ve bu karakteristik yapının içinde kendisinin de olduğunu bilmeyecek kadar aymazlık içinde bulunanlar tabii ki, kendini de "soysuz" olarak adlandıracak ve bu yapılanmanın literatürde bulunmadığını söyleyecektir!
             Konu sıkıntısı çekerken, bu tür yazıların yazma isteğimi canlandırmalarına ve bana esin kaynağı olmalarına da ayrıca bayılıyorum.


Not: Bu yazı bir gün sonra kendi kendini yok edecektir.

2 Ağustos 2012 Perşembe

TARİHÎ GÜNCELLEME !



 Halûk'un Amentüsü

bir yaratıcı güç var, ulu ve akpak,
kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.

yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim,
ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.

şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
dünya dönecek cennete insanla, inandım.

yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak,
ben buna tevrat'la, incil'le, kuran'la inandım.

tekmil insanlar kardeşi birbirinin... bir hayâl bu!
olsun, ben o hayâle de bin canla inandım.

insan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi,
bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.

kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık
kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.

elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.

aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde
yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.

karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı,
patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.

kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir
yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.

bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
bilim gücüyle olacak ne olacaksa... inandım.

                    *******
                     Ferdâ                          
Yarınlar senin; senin bu devrim, bu yenilik..
Her şey senin değil mi zaten?.. Sen, ey gençlik,
Ey umudun güzel yüzü, işte karşında aynan:
Temiz ve bulutsuz, ağaran bir gök,
Titreyen kucağını açmış, bekliyor.. Koş, çabuk!
Ey hayatın gülerek doğan sabahı, işte herkesin
Gözleri sende; sen ki hayatın umudusun,
Alnında yeni bir yıldız, hayır, bir güneş.
Doğ ufuklara, önünde şu sıkıntılı geçmiş
Sönsün sonsuza değin.
Bir daha yaşanmasın o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel yurdun var; şu gördüğün
Zümrüt bakışlı; inci gülüşlü kızcağız
Kimdir, bilir misin? Yurdun.. Şimdi saygısız
Bir göz bu nazlı yüze -Tanrı esirgesin-
Kötü bir gözle baksa, katlanabilir misin?
İster misin, şu ak sakalın temiz, görkemli,
Onurlu alnına, bir kirli el şöyle dursun,
Hatta yabancı bir el uzansın? Şu mezarı
Bırakır mısın, taşa tutsun bir serseri?
Elbette hayır; o mezar, o onurlu alın
Kutsal birer örneğidir yurdun.. Yurt çalışkan
İnsanların omuzları üstünde yükselir.
Gençler, yurdun bütün umudu şimdi sizdedir.
Her şey sizin, yurt da sizin, şeref de sizin;
Ama unutmayın ki zaman ağır, güvenli,
Sessiz adımlarla arkamızdan gelir.
Önden koşan, ama dikkatle her izi
İncelemeye yol bulan bu şaşmaz izleyici
Paylayıp utandırırsa bizi, yazık! Demin
’’Yarınlar senin’’, dedim, beni alkışladın; hayır,
Bir şey senin değil, sana yarın emanettir;
Her şey emanettir sana, ey genç, unutma:
Senden de hesap sorar, yakınır gelecek.
Geçmişe şimdi sen ibretle bakıyorsun,
Gelecek de senden böyle kuşkulanacak.
Her organı ihtiyaç kasırgasıyla sarsılan
Bir kuşağın oğlusun; bunu arasıra anımsa.
Unutma; çağın şimşeklerin bollaştığı çağdır:
Her yıldırımda bir gece, bir gölge yıkılır,
Bir yükseliş ufku açılır, yükselir yaşamak;
Yükselmeyen düşer: ya ilerlemek, ya yıkılmak!
Yükselmeli, dokunmalı alnın göklere;
Doymaz insan denilen kuş yükselmelere...

Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!


  Tevfik Fikret
 

1 Ağustos 2012 Çarşamba

OLMAZ BU !

film_stills: Hiroshima mon amour [Alain Resnais, 1959]

Yaşamak bu günleri, bu geceleri bu sensiz
Bu silik gecelerde yitik...
Ya sen ol yitik, ya ben
Gitti-gider, bunca mutlu, bunca bahar
Bu taze yeşil, bu umut, bak, gitti-gider!

Bu aşağılık ve korkunç yaşamalar,
Bu kapanık, bu yalancı, bu bitik
Nice söyleşmelerin bu tükenik yetersizliği
Bu aysız, bu sensiz, bu aşksız
Bu körolası, bu savruk, bu yöntemsiz yaşamalar...
Gel burda, burda, işte
İşte burda bir yüreğim var benim,
Acı, buruk, yüce, iyi,
Bu susuzluk yaşatmaz!

Bir-bir sanki, sanki söküldü bir-bir tırnaklarım
Sanki bu damarlarım bir-bir, sanki bir-bir kesildi
Kansızım şimdi, güçsüzüm, sensizim...

Bir benle yetmez bu yaşamalar!
Sonra bu soğukluk, sonra bu sonuçsuzluk
Sonra bu bitmeyen kar,
Sonra bu  sonu gelmez hayınlıklar...
Olmaz bu, bu, bu olmaz deme bu!


Sunullah Arısoy

Fotoğraf: Hiroshima mon amour filminden bir kare.


17 Temmuz 2012 Salı

RÜYAMDA 13 TEMMUZ

            
            Başlangıcını hatırlayamadığım ve gördüğümden dört gün sonra yazdığım bu rüyada, kendimi 90'lı yıllarda kullandığım concorde modeli otomobilime yönelirken buluyorum. Uzaktan kumanda düğmesi ile açılmayan kapıyı anahtarla açıyorum. Kapı açılırken aynı zamanda motor da çalışmaya başlıyor. İçeri giriyor ve koltuğuma oturuyorum. Sağ koltukta oturan genç bir kadın görüyorum. Yüzüne bakıyorum, onun yüzü. Koyu kestane saçlar, ela gözler ve muzip bir gülümseme. Onun oturduğu taraftaki pencere camının ve dikiz aynasının karla kaplı olduğunu görüyorum. Arabadan inip, kar küreme aparatını almak için bagajı açıyorum ve bagaj açıldığında motorun çalışmasının da durduğunu anlıyorum. Sağ pencerenin camını kardan temizledikten sonra, tekrar arabaya biniyorum ve sağ koltukta şu notu buluyorum: "Yok bir şey, sadece kırıldım".

12 Temmuz 2012 Perşembe

KELEPİR DÜZELTMEN

         Yazısının ve sayfasının daha güzel görünmesi için; noktadan sonra büyük harfle başlar, boşluk vermeden noktalama işareti kullanır ve noktalama işaretini kullandıktan sonra bir boşluk verirdi. Kullandığı tüm noktalama işaretlerinin hepsi yerli yerindeydi. Güzel bir yazı dili vardı. Yazım hatası ve mantık hatası yapmazdı. Başkalarının bu tür bozukluklarını düzeltmek için bile "iki" katı ücret almayacak kadar da cömert bir düzeltmendi.